Enerji koridoru mu, bölgesel merkez mi?

Enerji koridoru mu, bölgesel merkez mi?

22:24 15 April in ARTICLES, In Turkish, PUBLICATIONS
Capital Dergisi | Nisan 2017

MEHMET ÖĞÜTÇÜ |


Hep şu söylenegelir: “Türkiye, çevresindeki dünya hidrokarbon rezervlerinin yüzde 70´inden fazlasına sahip Rusya, Hazar Havzası, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ülkeleri ile enerji ithalat eden Avrupa arasında doğal bir köprüdür. Ayrıca, dünya enerji piyasalarının ‘yeni ticaret merkezi’, ‘bölgesel hub’i konumundadır”.

Aslında daha ziyade iç kamuoyu tüketimine dönük bu söylemi çok abartılı buluyorum. Doğrudur, coğrafyamız ve altyapımız sayesinde zengin enerji kaynaklarına sahip komşularımızın kaynaklarını doğrudan yüksek değerli Batı piyasalarına taşımada köprü rolü oynamamız, özellikle Avrupa enerji güvenliğinin sağlanması noktasında, potansiyel olarak mümkün.

Ama mevcut durumu anlamak için en iyisi öncelikle rakamlara bakmak. Dünya petrol üretimi ve talebi 2016 sonu itibariyle günlük yaklaşık 97 milyon varil. Bunun 32 milyon varilini OPEC ülkeleri üretiyor. Türkiye’nin kendi petrol tüketimi günlük 712 bin varil civarı. Bunun yüzde 13’ünü (2014’de yüzde 9 idi) ülke içindeki üretimden sağlıyoruz; kalanını başta Irak (yüzde 46), İran (yüzde 22.4), Rusya (yüzde 12.4) ve Suudi Arabistan (yüzde 9.6) olmak üzere komşu ülkelerden ithal ediyoruz.

Bugün için ülkemizin üzerinden öyle çok fazla petrol ve doğal gaz akışı olduğunu söylemek zor.

Olanlar şöyle: 1,768 kilometrelik Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının kapasitesi günlük 1.2 milyon varil ama uzun bir süredir tam kapasite kullanılamıyor. Ve gelecekte Azerbaycan’daki rezervlerin azalmasına paralel üretim ve ihracın da düşmesi bekleniyor. Haziran 2006’da faaliyete geçmesinden bu yana 2.36 milyar varilden fazla petrol aktı BTC’den. 3,112 tankerle dünya pazarlarına taşındı. Şayet bir gün Tengiz, Kashagan ve Karachaganak sahalarından gelecek Kazak petrolünün bir kısmı da bu hatta eklenmezse BTC’nin atıl kalması muhtemeldir.

Sık sık PKK tarafından bombalanan, Bağdat ile Erbil arasında ihtilaflardan dolayı da kapasitenin çok altında çalışan Kerkük-Musul-Ceyhan boruhattı halihazırda (Kürt petrolünü de kattığımızda) 1 milyon varile bile ulaşamıyor. Şayet Novorosisski ve Supsa’dan çıkıp Boğazlardan tankerlerle geçen günlük 2 milyon varilin üzerindeki petrolü de bu toplama eklersek (4 milyon varil diyelim) dünya petrolünün yaklaşık yüzde 4’ü Türkiye üzerinden geçiyor demektir.

Bir de doğal gaza bakalım. Şu anda kendi ihtiyacımız için başka ülkelere satmamak koşuluyla İran, Azerbaycan ve Rusya’dan sadece kendi ihtiyacımız için gaz alıyoruz, bu aşamada üçüncü ülkelere ihraç etme sözkonusu değil. Ama 2020 başından itibaren TANAP üzerinden Azeri gazinin (Şah Deniz-II) Avrupa’ya ulaştırılması düşünülüyor. O da şimdilik 10 milyar metreküp. Oysa 2016 sonu itibariyle AB ülkelerinin toplam gaz talebi 447 milyar metreküp. Yani TANAP ve onun bağlanacağı TAP ile sağlanacak miktar toplam ihtiyacın yüzde 3’ü civarında.

İleride Türk Akımı’nın ikinci ayağı, Şah Deniz-III, Absheron, yeniden ihracata dönük İran, hala nihai yatırım kararı alınmamış Kürt, piyasa bulmakta sıkıntı çektiği için yatırımı yavaşlayan Doğu Akdeniz ve jeopolitik ve ticari nedenlerle önüne set çekilen Türkmen gazı bağlanırsa – Avrupalı tüketicilere ulaştırılmak üzere – işte o zaman gerçek anlamda bir koridora, bölgesel merkeze dönüşebiliriz.

Sunu da unutmayalım ki AB’nin dogalgaz talebi yeterince hızlı artmıyor. LNG’nin ucuzlamasi, yenilenebilir enerjinin ağırlığının artması, enerji verimliliğinde kayda değer iyileştirmeler, teknolojik devrim ile birlikte Güney Gaz Koridoru üzerinden gelecek gaza, eskiden hesaplandığı kadar, ihtiyaç olmayabilir Avrupa’da.

Enerji uzmanlarına mikrofon uzatıldığında, önümüzdeki dönemde muazzam bir gaz arzının Türkiye üzerinden akıtılmasının mümkün olduğunu söylüyorlar. Lakin, üretim rakamlarının çoğu hâlâ kâgit üzerinde ve yerin altında. Önce bir gün ışığı görmesi gerekiyor; potansiyel rezervlerin üretime dönüştürülüp, ardından hukuki ve siyasi sorunları aşıp finansmanı bulunup teknik inceleme ve yapımları tamamlandıktan sonra.

Potansiyel gaz tedarikçileri arasında Türkmenistan (ki, dünyanın dördüncü büyük rezervleri orada) hem büyük tüketim merkezlerine coğrafi konum itibarıyla uzaklığı hem de yatırım için elverişli bir ortam olmaması nedeniyle henüz tam yararlanılamayan muazzam bir kaynak. En büyük müşterisi olan, bir zamanlar yılda 70 milyar metreküp sattığı Rusya uzun zamandır 10 milyar metreküpün altında alım yapıyor. İran, takas usulü aldığı yine 10 milyar metreküp civarında gazın gerçek değerini ödemiyor. TAPI projesi ile Pakistan ve Hindistan’a gönderilecek gaz ise halihazırda bir “hayal”.

Türkiye’ye 30 milyar metreküp gönderme yönünde yıllarca önce hazırlanmış anlaşma hala yürürlükte, sayısiz siyasi beyanlar var ama Hazar Denizi’ni geçip Azerbaycan’a geçmesi, orada Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaşması da İran-Rusya-Azerbaycan gaz ve jeopolitik menfaatleri ile çakıştığı için şimdilik bir “rüya”. Geriye en büyük yatırımcısı ve müşterisi Çin kalıyor. Ama Pekin de başlangıçta öngördüğü hacimde gaz ithal edemediği için Türkmenistan oldukça zor durumda. Türkmenistan gazinin üzerinde oturmaya bir süre daha devam edecek galiba, bunun getireceği ekonomik sonuçlara da katlanarak.

Kıtaları sınırlar üzerinden, hatta denizleri aşarak birbirine bağlayan elektrik iletim hatları ve ticareti bakımından da Türkiye’nin önemli bir “hub” olma potansiyeli var. Halihazırda Gürcistan ve Bulgaristan’dan elektrik satın alıyoruz. Bu işin borsası oluştu. Gelecekte İran ve Irak sınırları içinde gaz ile çalışan elektrik santralleri kurup, boru hatlarıyla gaz taşımak yerine iletim hatları ile elektrik taşımak, ihraç etmek daha da cazip gelecek gibi görünüyor.

Bu itibarla, petrol ve doğal gazda dünya ya da AB talebinin sadece yüzde 3 ile yüzde 5’lik bölümünü kaynak ülkelerden tüketici piyasalara taşıyarak “hub” ya da “bölgesel merkez” olmamızı düşündürecek gerekli fiziksel hacim ne yazık ki henüz ortada yok.

Aynı şekilde, boru hatlarının, iletim hatlarının yenilenmesi, modenizasyonu, ilave hatların inşası da gerekiyor daha büyük boyutta enerji taşımak için. Hukuki, kurumsal ve finansal altyapının tamamlanması, etkin işlemesi, fiyat ve piyasa liberalizasyonun gerçekleştirilmesi, uluslararası çapta rekabet edebilir Türk enerji devlerinin ortaya çıkması da olmazsa olmaz koşullar arasındadır.

Belki daha da önemlisi, dış politikada güven uyandıracak, kaynak ve tüketici ülkelerle ihtilaflardan kaçınacak, enerjiyi silah olarak kullanmayacak, istikrar ve güvenliği yerinde “yumuşak güç” stratejisi izlemek de kritik önemi haiz. Burada kötümser bir değerlendirme yaparak şimdiye kadar ki çabaları küçümsemek değil, var olan potansiyelimizi – kendimizi dev aynasında görmeden, abartmadan – gerçek anlamda bölgesel enerji merkezi olacak şekilde şimdiden harekete geçirmek için gerekenleri yapmanın önemini vurgulamak istiyorum. «|