Türkiye direksiyonda mı olacak, arkada mı oturacak?

Türkiye direksiyonda mı olacak, arkada mı oturacak?

11:55 03 December in ARTICLES, In Turkish, PUBLICATIONS

logoyeni1www.abvizyonu.com | 3 Aralık 2008

Mehmet ÖĞÜTÇÜ – LONDRA

Dünya’da güçler dengesi ışığında yeni bir sistem kurulması çabaları yoğunlaşıyor. Bölgemizdeki jeopolitik denklemler yeniden karılıyor. ABD, 2011’den itibaren Irak’tan çekilecek. Haziran 2009 İran seçimlerinden sonra Tahran’ın uluslararası sistem ile barışması şaşırtıcı olmayabilir.

ABD’nin Afganistan’a daha yoğun yüklenmesi, hatta Pakistan’ı da askeri operasyonlarına dahil etmesi mevcut aşınmış gücünü daha da kemirecek bir hata olur. Tüm NATO ile birlikte baş edemediği Taliban’ı Pakistan’ı da karşısına alıp dizginlemesi kolay değil. Rusya, son kriz ve petrol fiyatlarının düşüşü ile kanatları kırpılmış olsa da, eski Sovyet coğrafyasında Batı’ya göz açtırmayacağını, füze sistemlerine karşılık vereceğini gösteriyor. Çin ile Batı’ya karşı stratejik evliliği bir süre daha devam edecek.

Türkiye bu yeni sistemde, şayet dersini iyi hazırlanır ve yetenekli insan sermayesini akıllı, gerçekçi bir strateji çerçevesinde bu işe seferber ederse bu defa treni kaçırmayız. Sistemde önemli bir bölgesel siyasi, ekonomik ve askeri güç olarak yerimizi teminat altına alırız. Aksi halde, “böyle gelmiş böyle gider” senaryosuna dahil edilip son aylarda hızlanan yoğun dünya mimarisini yeniden yapılandırma çabalarının dışında kalırız.

The Rise and Fall of the Great Powers

Bu konuda çalışacaklara tavsiyemiz Paul Kennedy’nin ilk basımı (Sovyetler çökmeden) 1987’de yapılan “The Rise and Fall of the Great Powers” başlıklı çalışmasını yeniden okumaları. 1500 ile 2000 döneminde Büyük Güçler’in siyaset ve ekonomilerini ınceledikten sonra onların yükseliş ve düşüş nedenlerini irdelediği bu çalışmada Kennedy Çin, Japonya, AB, Rusya ve ABD’nin geleceğini de öngörmeye çalışıyordu.

Özetle, büyük bir gücün sadece diğer güçlerle kıyaslanarak ölçülebileceğini, yükselişinin mevcut kaynakları ve ekonomik sürdürülebilirliği ile alakalı olduğunu, düşüşünün bu gücün ise ihtiras ve güvenlik gereksinimlerinin kaynak temelinin sağlayabileceğinden fazla olması durumunda başladığını söylüyor.

Öngörüşüne göre, sürekli kamu açığı ile harcamaların finasmanının – özellikle askeri güç inşa etmek amacıyla – Büyük Güç’ün düşüşünün en önemli tek nedeni olduğunu, Sovyetler Birliği örneğıne odaklanarak, açıklıyor. Paul Kennedy’nin “Ulusların Yükselişi ve Düşüşü” eseri yeniden okunmaya değer. Özellikle de finans bunalımının tetiklediği güç kayması ve bunun uluslararası sistemin mimarisine yansıtılmasının tartışıldığı bir dönemde.

Biz 200 küsurluk uluslararası toplumun sıradan bir üyesi değiliz. Dünyanın en değerli gayrimenkulünün üzerinde oturuyoruz. Komşularımızla güvene ve ihtilafların barışçıl çözümüne dayalı sağlıklı ilişkiler kuruyoruz. Kuzey Irak halkasının da yakında bu denkleme katılması sözkonusu. Küresel düzen hakimiyeti iddiasını taşımış bir imparatorluğun mirasçıları olarak yeni ortaya çıkacak düzende hatırı sayılır bir bölgesel güç olarak sivrilmemiz kaçınılmaz.

Şu ya da bu şekilde genlerimize sinmiştir bölgesel güç DNAsı. Ne kadar beceriksiz davransak ne kadar çapsız hareket etsek de coğrafyamız, kültürümüz, geçmişsimiz ve bugünün reel politiği bizi zarların yeniden atıldığı bu dönemde Akdenizli, Karadenizli, Balkan, Ortadoğu ve Kafkas bölgesel gücü olarak öne sürecek.

İşte bu anlamda içinde yaşanılan kriz yeni fırsat pencereleri açabilir. Hadi toparlanıp kendimize gelelim. Partiler üstü ulusal ve bölgesel vizyona en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Zamanımız yaklaşıyor. Küresel yeni düzenin yönetim kurulu üyeleri arasında yer almalıyız. Ve bunu kendiliğinden vermezler hiçbir ülkeye.

Türkiye’nin batmayacağının garantisi yok

Önce “sub-prime” krizi olarak başlayıp finansal çöküşe dönüşen bunalım bugün reel ekonomiyi temelinden etkiliyor. Hastalıklı yönleri günışığına çıkan küresel sistemi sarsan topyekun bir resesyon halini aldı. Kısa zamanda durulmasını beklemeyin. Krizin etkisini kısa

zamanda atlatmak mümkün olmayacak. Ben, 2010 başından itibaren nispi düzelme bekliyorum şayet doğru adımlar atılır, güven tesis edilir ve başka bir ekonomik/jeopolitik deprem yaşanmazsa.

Hem emtia ve enerji piyasaları, hem uluslararası ticaret hem sermaye piyasaları ve akımları, hem de üretim sektörleri vurgun yediler. İşini koruyabilen şanslı sayılıyor bu acımasız ortamda.

Yaşanan kriz dünya ekonomisinin “9 Eylül saldırısı”

Sadece şirketler değil egemen ülkeler de iflasın eşiğinde. Borçlarının geri ödenmesini çeviremiyorlar. Sözgelimi, Güney Kore’nin iflası ABD Hazinesi’nin son anda müdahalesi ile, saat farkıyla, önlenebildi. Alman hükümetinin çıkartmak istediği 10 yıl vadeli bonolara kimse iltifat etmedi. New York Belediyesi’nin metronun finansmanı için öngördüğü bonolara talip çıkmayınca bunlar piyasadan geri çekildi. Metronun kapanması sözkonusu.

Dubai’nin GSMH’sının yüzde 150’si defterden silindi emlak krizi nedeniyle. İsviçre’nin borcu GSMH’sının yüzde 670’ine çıktı. Amerika’da FBI hesaplarında usulsüzlük olduğu düşünülen 22 banka ve finans kurumunu incelemekle görevlendirildi. Önümüzdeki aylarda çok sayıda elleri kelepçeli bankacı, siyasetçi görürsek ekranlarda şaşırmayın.

Dünyada sermaye-yoğun projeler askıya alınıyor

Dünya’nın dört bir köşesinde sermaye-yoğun projeler askıya alınıyor. Bunların yaklaşık yüzde 50’si tamamen terk edilecek, kalan yüzde 50’si ise eski fiyatın iki katı maliyetle ileriye ertelenecek. Şimdiki deflasyon bir süre sonra ekonomiyi canlandırmak için şırınga edilen devlet fonlarının da etkisiyle kontrol edilemez enflasyona dönüşecek. İşsizlik tırmanışa geçecek. Sadece finans sektöründe değil ihracatın motoru olan sektörlerde de. Hükümetlerin gelir için başvuracakları vergi mükellefi sayısı azalacak. KOBİ’lerin cok azı sağlığını koruyabilecek böyle bir ortamda.

Petrol fiyatlarının Temmuz’daki 147 dolardan bugün 47 dolar seviyesine düşmüş olması hem enerji sektörüne yeni kapasite artırım yatırımı yapılmasını geciktirecek (böylece, krizden çıkıldığında ciddi arz açığı ortaya çıkmasına, fiyatların süratle yükselmesine yol açacak) hem de etanol, rüzgar, güneş, yakıt hücresi benzeri yüksek fiyat ortamında şansı olan enerji türlerinin fiilen en arkalarda bir köşeye atılması sonucunu doğuracaktır.

Enerji tasarrufu pogramları aciliyetini kaybedecek

Enerji tasarrufu ve etkinliği programları da aciliyetini kaybedecektir. Enerji ihracatına bel bağlayan Ortadoğu ve başta Rusya olmak üzere BDT ülkeleri kuşkusuz bu gelir azalışından ciddi şekilde etkilenecekler.

Çin’in büyümeye üç puan katkı sağlayan ihracatındaki keskin azalışı telafi etmek için iç pazarı canlandırma için harcama paketi iki yıl boyunca GSMH’nin yaklaşık yüzde 35’ini tahsis etmeyi öngörüyor. Büyümenin yüzde 8 eşiğinin altına düşmesi çok ciddi ekonomik ve sosyal sorunları tetikler görüşü hakim.

Önümüzdeki 20 yılda ABD’nin tek süpergüç statüsünü kaybedecek

İlginçtir ki, krizin patlak vermesi dünya’da ciddi güç kaymalarının yaşandığı, Ulusal İstihbarat Konseyi’nin önümüzdeki 20 yılda ABD’nin tek süpergüç statüsünü kaybedeceğini ilan ettiği bir doneme denk düşüyor. BRIC (Brezilya, Rusya, Cin ve Hindistan) ve G-20 ülkelerinin dünya ekonomisinin ve jeopolitiğinin hakim tepelerine doğru yürüyüşe geçtikleri bir dönem. Sokaktaki insanlar komplo teorilerinin kolaycılığına kaçıyor genellikle. ABD’nin kendi dışındaki yükselen güçleri bu kriz yoluyla dizginleme projesi olarak görenler de var yaşananları.

Tarihi evrime bakılırsa bu tür iniş-çıkışlı dönemlerde ABD’nin bir süre sonra zeytinyağı gibi yüzeye çıktığı, dünyanın geri kalan bölümünün ızdırap çekmeye devam ettiği görülüyor. Serbest piyasa felsefesi uzunca bir süre yerine devlet müdahaleciliğinin belirleyici olacağı bir düzene yerini bırakacak. Her ülke, uluslararası işbirliği ve ortak menfaatler çizgisi arayışı yerine “gemisini kurtaran kaptan” peşinde olacak gibi görünüyor.

G-20’lerin Nisan 2009’a kadar ciddi ilerleme kaydedemeyecekler

G-20’lerin Nisan 2009’a kadar ciddi ilerleme kaydedeceklerini sanmıyorum. Hepsi birbirinden farklı ekonomik gelişmişlik düzeyinde, farklı menfaatleri ve sorunları olan 20 ülkenin yeni bir uluslar arası mimari inşa etmeleri kolay değil. Diğerlerine de söz geçirebilecek temel direk ülkelerin liderliğine ihtiyaç var. ABD, $700 milyar’lık kurtarma paketini adeta Goldman Sacs ve diğer büyükleri kurtarma operasyonuna dönüştürüyor gibi. Tam bir bürokratik kabus, kafa karıştırıcı. Beyaz Saray, Hazine, Kongre, Fed herkes işin içinde ve kimse kararlı adim atamıyor.

Türkiye kriz yönetimini iyi biliyor

Türkiye daha önce yaşadığı finans krizi dolayısıyla birçok ülkeye göre daha hazırlıklı. Kriz yönetimini biliyor. Yine de kendi dışında gelişen krizin Türkiye’yi teğet geçmeyeceği ortada. Böylesine dünya pazarları, sermaye piyasaları ve ekonomik blokları ile eklemlenmiş bir ülkenin etkilenmemesi mümkün değil. Özellikle de ihracat pazarlarının küçülmesi, inşaat projelerinin iptali ya da mevcutların yavaşlaması, turizm hareketlerinin kısılması, sermayenin maliyetinin yükselmesi, yabancı yatırımcının daha ürkek davranması gibi nedenler Türk ekonomisinin belkemiğine baskı yaratacaktır.

Görebildiğim kadarıyla hükümet, kendisi dışında gelişen, krizi sahiplenip çözüm aramakta geç kaldı. “Sağlamcı” hareket eden bankacıların kredilerini geri çağırması karşısında zaten canı yanmış vaziyetteki özel sektör ile bankalar arasında hükümetin “arabulucu” olması gerekiyor. Tam tersine bugün bankacılara gözdağı veriliyor. Unutmayalım ki bankacılık sektörü 2001 krizinden sonra kendisini toparladı. Peki reel sektör ne yaptı o süreçte? Aldığı dış borçları belki hovardalıkta kullanmadı ama aylardan beri geliyorum denen krize de bihakkın hazırlanmadı. Piyasadaki nakit sıkışmasını önleyen bir formül üzerinde çalışılmalı. Sadece bir tarafı koruyup diğer tarafı reddederek kriz yönetilemez.

ABD, AB, Güney Kore ve Japonya’daki şirket kurtarmaların benzeri bizde de beklenebilir. Buna hazırlanmalı hükümet, özellikle de krizin olumsuz toplumsal yansımalarını hafifletmek için. Çok büyük şirketlerin muazzam boyutta işten çıkarmalarına ve üretim durdurmalarına tanık olacağız yakında. Bu bağıra bağıra geliyor.

2001 krizinin ardından getirilen “Istanbul yaklaşımı”nın basarı ve başarısızlığı bugüne ışık tutabilir. Ekonomimizin belkemiğini oluşturan KOBİ’lerin çökmesine izin veremeyiz. Daha sert rüzgarlar esecek, önlem alınmazsa küçükler rüzgarda savrulup gidecekler. İşsizlik fonunun daha etkin kullanılması için bir özel yaklaşıma ihtiyaç var. Ekonomik önlemlerin yanısıra toplumsal bakımdan da krize hazırlanmalı hükümet. Aksi taktirde, zaten dini ve ayrılıkçı hareketlerle baş edemezken bir de toplumsal karışıklıklarla mücadele etmek zorunda kalacak hükümet.

Ne gereksiz karamsarlık ne de aşırı iyimserlik

Ne gereksiz karamsarlık ne de aşırı iyimserlik. Siyasi yönetimin krizin ciddiyetini kavradığını, küresel gelişmeleri dikkatle izlediğini, ülke içinde tüm ilgili taraflarla danışmaları da ihmal etmeden gereken tüm önlemleri süratle alıp uygulamasının takip edileceğini kamuoyuna, iç ve dış ekonomik oyunculara inandırıcı şekilde yansıtması ön koşul. Zira, krizin temelinde yapısal hastalıkların yanısıra itimatsızlık da yatıyor. Herkes canını yakan krizi görüyor ve iş-siyaset dünyasının liderlerinden de kararlı, güven uyandırıcı adımlar bekliyor. Toz pembe hikayeler değil.

Dış borç stoğunun aslan payına sahip olan özel sektörün kredinin ve ertelemenin maliyetlerinin son derece ağırlaştığı bu ortamda küçülerek iç yapısını güçlendirmesi gerekiyor. Hemen her ülke devlet fonları ile “enflasyon canavarı”nı uyandırmadan iç piyasayı

canlandırmak peşinde. Benzeri bir çaba ister istemez Türkiye’de de gerekecek. Devletin ekonomiye müdahalesi artacak. “Akıllı” devletin, sağlam bilgi ve değerlendirmeye dayalı stratejik müdahalesi olumlu karşılanır ama tersi krizi olduğundan daha da ağırlaştırır.

Değer kaybetmiş Türk şirketlerinin yok pahasına kapatılması riski mevcut. Özellikle Batı’dan uzak durmaya çalışan ve Türkiye’ye güven tazelemiş olan Arap sermayesi dikkatle izlenmeli. Egemen servet fonlarından medet umarken değerli varlıklarımızı kaybetme riskini akıldan çıkartmayalım.

Hükümet, Mevlana gibi “kim olursan ol gel” dememeli

Hükümet, Mevlana gibi “kim olursan ol gel” dememeli. 2001 krizinden sonra finans ve sigortacılık sektörünün ağırlığını kaptırdık yabancı oyunculara. Daha sonra özelleşme ile en değerli varlıklarımız gitti uluslararası yatırımcılara. Şimdi de sermayenin pahalılaştığı bir ortamda dış borcu yükünü çevirmekte güçlük çeken büyük işletmelerimiz elden gidebilir. Batı’da yoğurt şirketleri bile “stratejik” ilan edilip kurtarılırken bizim arz-talep esasına göre piyasa ekonomisinin dediği olur diyerek kayıtsız kalmamız gaflet olacaktır.

Enerji fiyatlarının düşüşü geçici bir oldu. 2010’dan itibaren yeniden yükseliş bekleniyor. Bu fırsat penceresini iyi kullanıp kapsamlı bir gelecek enerji stratejisini yürürlüğe koymanın tam zamanı.

IMF ve AB çıpası bu fırtınalı zamanda sakin bir limanda demirlemek açısından önemli. Ancak bunun parametrelerini ve neler beklendiğini Türk yönetimi kendisi tanımlayarak muhataplarının karşısına çıkmalı.

Artık şirketler gibi ülkeler de batıyor. Türkiye’nin batmayacağının garantisi yok. Vakit kaybedemeyiz. Alınacak ve titizlikle uygulamasının takibi yapılacak önlemler bütüncül bir çerçevede görülmeli. Ne sadece şirket kurtarma, ne işsizliğe yönelik yaratıcı yaklaşım, ne reel ekonomiye hayat şırınga edilmesi, ne ihracatçıya destek, ne araştırma-geliştirmeyi daha somut projelere kaydırma, ne yeniden şekillenen uluslararası sistemin mimarisinde öncü ülke olarak yer alma…bunların hepsi birden.

Ve de bu stratejiyi yürütecek siyasi gücü yüksek bir liderin etrafında akıllı bir ekip, ikna olmuş, hükümete güven duyan kamuoyu ve ekonomik oyuncular…