Gidişat yeni bir enerji bunalımına doğru mu ?

Gidişat yeni bir enerji bunalımına doğru mu ?

14:23 17 August in ARTICLES, In Turkish, PUBLICATIONS

www.alomaliye.com | 17 Agustos 2004

Mehmet Öğütçü  | OECD, Paris

 

Petrol fiyatlarindakı artış ve onun hem dünya ekonomisine hem de jeopolitiğine yansımaları yeni bir konu değil. Özellikle 1970’lerden bu yana varili 10 ila 46 dolar aralığında gidip geliyor. Ancak ilk defa içinde bulunduğumuz dönemde bu kadar çok sayıda belirsizlik ve etmen petrol fiyatını belirlemede rol oynuyor; sonuçta sağlam tahminler yapılmasını güçleştiriyor.

Halihazırda uluslararası petrol talebi günlük 83 milyon varil civarında ve 2020’ye kadar bunun 120 milyon varile çıkması bekleniyor. Arz aynı tempoda artmayabilir; birçok uzmanın bel bağladığı yenilenebilir enerji kaynakları, enerji arzında sanıldığı kadar yüksek bir paya – ekonomik nedenlerle – ulaşamayabilir. Dolayısıyla, başta petrol ve doğal gaz olmak üzere fosil yakıtlar geleceğimizi belirlemeye devam edecek. Hesapları buna gore yapmak lazım.

Herkes soluğunu tutmuş Amerikan petrol ithalatının yüzde 15’ini sağlayan Venezuela’daki seçimde Chavez’in yeniden baskan seçilip seçilmeyeceğini oğrenmeye çalışıyor. Amerikan başkanlik seçimi yarışında Bush ile Kerry gelecek enerji politikaları konusunda çarpışıyorlar: Daha fazla petrol üretimini teşvik mi yoksa alternatif yakıtlara ve tasarrufa yönelme mi?

Bir kulağımız Asya’daki en büyük petrol ureticisi olan Endonezya’daki başkanık seçmlerinde, Afrika’nin petrol devi Nijerya‘daki grevin nası sonuçlanacağında. Putin’in dünya petrol arzının yüzde 2’sini üreten Yukos’a karşı tavrının ardında yatan gerekçeler merak ediliyor.

Japonya’nin önüne geçerek dünyadaki en büyük ikinci petrol piyasası haline gelen Çin’in yılın ilk yedi ayındaki petrol ithalatının, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 40 artarak günlük 2.5 milyon varile ulaşmasının tüketim ile mi yoksa “yağışlı günler” için stoklama ile mi bağlantılı olduğu sorgulanıyor. Çin’deki büyümenin Asya’nın kalan bölümünde de ekonomik canlanmayı, tabii ki beraberinde yüksek petrol talebini nasıl tetiklediği inceleniyor. Hindistan’ın, petrole susamış ekonomisindeki süratli büyümenin yansımaları tartışılıyor.

Shell’in tahmini petrol rezerlerini yuzde 20 azaltmasi, ABD’de stokların tarihinin en dusuk duzeyinde seyretmesi, Suudi rezervlerinin buyuklugu ve uretiminin maksimum duzeye ciktigi, bundan sonra azalabilecegi spekulasyonları, Meksika Korfezi’ndeki tayfunun yol açtığı üretim kaybı, dünyanın ikinci en büyük petrol rezervlerine sahip Irak’ta boru hatlarına saldırıların artması, küresel düzeyde enerji yatırımlarının olması gereken düzeyin çok altında seyretmesi de petrol fiyatlarını öngörmeye çalışanların yakından takip ettikleri konular

Bir de genellikle kağıt üzerine dökülmeden tartışılan petrol fiyatlarının yükselmesinin ardında büyük güçlerin ve petrol şirketlerinin ne gibi hesaplarının yattığı konusu var. Acaba ABD, belli bir eşiğe kadar fiyat yükselmesine göz yumarak hatta bunu teşvik ederek dolar-renminbi üzerinden petrol ithal eden Çin’in önlenemez görünen süratli ekonomik yükselişine set mi çekmek istiyor? Rusya’nın Yukos ile ilgili politikası aslında düşük stok düzeyleri nedeniyle bıçak sırtında olan petrol arz-talep dengesini bozarak petrol ihraç gelirlerini arttırmak istemesinden mi kaynaklanıyor? ABD’nin Ortadoğu’nun yeniden tasarımı planları ile ne gibi bir bağlantı kurulabilir? En karlı dönemlerini yaşayan petrol piyasası spekülatörleri bu senaryolarda nasıl bir rol oynuyorlar?

Daha da ileri giden birçok yorumcu, petrol fiyatlarının kontrolden çıkıp -özellikle de El Kaide’nin halen günlük 9 milyon varil üretim gerçekleştiren ve üç ay içinde harekete geçirilebilecek 1.3 milyon varillik yedek kapasitesi bulunan Suudi Arabistan’ın petrol üretim/sevkiyat tesislerine karşı ciddi bir saldırı gerçekleştirmesi halinde- 50 dolarlık psikolojik eşiği aşarak dünyayı üçüncü enerji bunalımına sürükleyebileceğini düşünüyor.

Fiyat Artışı Nereye Kadar?

Aslında petrol fiyatlarındaki en dramatik gelişme 1990’da yaşanmıştı. Hatırlarsanız, Ağustos 1990’da 20 dolar düzeyinde iken varil başına fiyat aynı yılın sonbaharında 40 dolara vurmuştu. Bundan beş yıl önce petrolün çok ucuzladığı kaygısı vardı. Nisan 1998’de yaklaşık 10 dolar düzeyine gerilemişti. (Ekim 1997’de 20 dolardan); hatta varili 5 dolara kadar düşebileceğinden sözediliyordu. Kasım 2002’de Irak ile ilgili 1441 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı alınmasından önce 19-27 dolar aralığında seyretti bir süre.

Oysa şimdi grafikler başbaşka bir manzara gösteriyor. Brent ham petrolün fiyatı Ağustos 2004 ortasında Londra’da 44.11 dolardan işlem gördü; New York’taki fiyat $46.91 ile rekor düzeyde. Varil başına 50 dolar çok uzak bir ihtimal değil; hatta kıyamet senaryosu yazanlar 80 dolar ve ötesini tartışıyorlar.

Fiyat istikrarından tüketiciler kadar talep güvenliği isteyen OPEC üreticilerinin de büyük menfaati var. Nitekim, petrol piyasalarının yüzde 33’ünü kontrol eden OPEC, yedi ham petrol sepetinin ortalama fiyatı 20 gün boyunca kesintisiz 28 doları aşarsa piyasaya müdahale ediyor ve günlük ilave 500.000 varil sürüyor.

Fiyat düşüşü hem yeni yatırımları caydıracak, hem İran’dan Venezuela’ya ciddi ekonomik sorunlarla boğuşmakta olan petrol üreticisi ülkelerde bir dizi istikrarsızlığı fişekleyecek. Artış ise talep güvenliğini zedeleyecek, dünya ekonomisindeki bunalım bumerang etkisiyle petrol üreticilerini de vuracak. Bu nedenle, fiyatların arz-talep dengesine oturarak ve piyasa koşullarına uygun şekilde oluşması hususunda hem üretici hem de tüketici ülkelerin ortak menfaati var.

Peki Türkiye ne Yapmalı?

Petrol piyasasındaki gelişmeleri tevekkülle izleme lüksümüz yok. Zira enerji ithaline göbeğimizden bağlıyız. Enerji tüketimimizde petrolün payı yüzde 40 civarında. Onu yüzde 20 ile doğalgaz izliyor. Petrol ihtiyacımızın yüzde 90’ını, doğalgazın ise yüzde 96’sını genellikle istikrarsız bölgelerden ithal ediyoruz. Aynı zamanda Irak ve Hazar petrollerinin uluslararası piyasalara sevkiyat güzergahı üzerinde transit ülke konumundayız.

Dolayısıyla, petrol fiyatlarındaki oynamalar bizim açımızdan yaşamsal önemde. Bunları, etkimiz ve gücümüz oranında etkileyecek ve ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisini azaltacak proaktif politikalar izlenmesi gerekiyor. Enerji sektörüne hem dış politikada, hem dış ekonomik güvenlikte hem de makro-ekonomik dengelerde öncelikli bir konum kazandırmak zorundayız. Bunun bilincindeyiz, ancak ne ölçüde yapıyoruz bilemiyorum.

Hükümetin özellikle ekonomik bağlamda lacağı kısa, orta ve uzun vadeli önlemleri ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor:

Kısa vadede, enerji yoğun ve ulaşıma bağımlı sektörlerde fiyat artışı en ağır şekilde hissedileceğinden öncelik bu sektörlere ve bu tür beklenmedik krizlere en duyarlı olan küçük ve orta ölçekli işletmeleri rahatlatıcı önlemlere verilmelidir. Yüksek petrol fiyatları doğrudan dünya girdi ve temel mal fiyatlarını, dolayısıyla üretim ve ticaret maliyetlerini artıracağından bunun çok geçmeden tüketici fiyatlarına yansıyacağı malum. Özellikle düşük gelir gruplarının mağduriyetini önleyecek ivedi önlemler düşünülmelidir.

Zaten durgunluk içindeki ekonomiye petrol fiyatlarındaki artışın olduğu gibi yansıtılması çok ciddi sonuçlar doğurur. Enerji vergilerinde indirim cari işlemler hesabı açığının daha da kötüleşmesi ve TL’nin değer kaybetmesi sonucunu doğurabilir. IMF mali disiplini nedeniyle sübvansiyon zor; kalıcı olmaz.1970’lerin deneyiminden ders aldık. Fiyat istikrar fonu daha etkili şekilde devreye sokulabilir. Diğer OECD ülkeleriyle ortak hareket etmek de galiba en doğru yaklaşım gibi gözüküyor.

Gerçi çoğu ülke acil önlem planlarını, panik görüntüsünden kaçınmak için, net şekilde ortaya koymuyor ama ciddi önlemler alındığından kuşku yok. Sözgelimi, Kore Hükümeti fiyatlardaki her bir dolarlık artışın ekonomisine yıllık 750 milyon dolarlık yük getirdigini, enflasyonu körüklediğini ve GSMH büyümesini yüzde 0.25 gerilettiğini açıkladı.

Koreliler ilk iş olarak  petrol ithalatından alınan gümrük tarife ve vergilerini yarı yarıya azalttılar. Fiyat daha da yükselirse bunları sıfırlamayı düşünüyorlar. Şayet, 10 günlük Dubai fiyat ortalaması belli bir duzeyin uzerine çıkarsa stratejik rezervlerinden bir bölümünü, OECD Uluslararası Enerji Ajansi ile istişare halinde, piyasaya sürmeyi planladığını da açıkladı.

İsviçre hükümeti ise, öncelikle enerji tasarrufu önlemlerine ağırlık vereceğini, sozgelimi ilk elde ulaşım sektöründe çok kısa sürede yüzde 25 tasarrufa gidilmesinin mümkün olduğunu belirtti.

Orta ve uzun vadede, şayet fiyatlardaki yükselmenin önüne geçilemezse son çare olarak OECD Uluslararası Enerji Ajansı üyelerinin stratejik petrol rezervlerini devreye sokmaları düşünülebilir. Her üye ülke en az 90 günlük net ithalat gereksinimi kadar petrolü stoğunda bulundurmak zorunda. Halihazırda IEA’nin rakamlarına göre 26 ülkenin özel ve kamu kuruluşları tarafından tutulan petrol stokları 155 gün yetecek ölçüde (günlük 25 milyon varil).

Bu stoklar, hem ham petrol hem de işlenmiş olarak, üye ülkelerin dağıtım noktalarına yakın yerlerde stoklanmış durumda; gerektiğinde süratle piyasaları sakinleştirmek için sunulabilir. Bazı uzmanlar, piyasadaki belirsizliği gidermek ve güven vermek için stratejik rezervlerin şimdiden piyasaya sunulması gerektiğini savunuyorlar. Bush yonetimi şimdilik bu kartı kullanmaya niyetli değil; son çare olarak elde tutmayı tercih ediyor.

Petrol arz-talep dengesizliğinin önümüzdeki dönemde daha da artabileceği ve yeni bir uluslararası enerji bunalımı patlak verebileceği yolundaki ihtimaller guç kazanıyor. Türk Hükümeti’nin bu eğilimleri dikkate alarak şimdiden uzun vadeli ve kapsamlı bir enerji stratejisi oluşturması gerekiyor.

Masabaşi çalışmalardan ziyade ekonominin gereksinimleri, rekabet gücünün arttırılmasına yönelik beklentiler, çevre kaygılari, dünya enerji piyasalarında öngörüler esas alınmalı, katılımcı bir yaklaşımla tüm ilgili tarafları kucaklayacak bir süreç başlatılmalıdır. Enerji tüketiminde, petrolun yerine, artan ölçüde doğal gaz,yenilenebilir enerji kaynakları ve ileri nükleer füzyon güç sistemleri dahil hidrojen enerjisi, yakit hücreleri, guneş enerjisi gibi yeni enerji teknolojileri kullanımı, enerji tasarrufu ve etkinliğinin arttırılması ciddi şekilde gündeme sokulmalıdır.

Daha da geniş düşünüp, Bakü-Ceyhan Boru Hattı’nın mevcut yüksek fiyat ortamında süratle tamamlanması ve Kerkük’ün yanısıra yeni açılacak Irak’ın batısındaki petrol sahalarından akacak petrolün de boru hatlarıyla Ceyhan’a yöneltilmesi kafamızın gerisinde olmalıdır. Petrol fiyatlarının belirlenmesinde etkin ülkelerle özel diyalog mekanizmaları geliştirilmesi de diş polítika hedefleri arasında oncelikli bir konuma yerleştirilmelidir.