“Türkik Dünya” ile yeni bir ortaklık anlayışına doğru
İngiltere Türk Dünyası Dayanışma Platformu Dergisi – Aralık 2016 Sayısı
Makale | Mehmet Öğütçü
Çin’in Sincan-Uygur Özerk Yönelim bölgesinden kalkıp Adriyatik kıyılarına kadar Türkçe konuşarak seyahat etmemiz mümkün. Çünkü bu geniş coğrafyada yaşayan insanların çoğu Altay dit altesinin üyesidir, ortak tarih, küttür ve etnik bağlar paylaşmaktadır.
© Dünyanın en önemli doğal kaynaklarının bulunduğu,zamanında “Büyük Oyun”un sahnelendiği, Çin’in başlattığı “One Belt, One Road” İpek Yolu girişiminin omurgası, “Türk dünyası”, “Türkik dünya”, “Türkeli”, “Turan”, “Avrasya” olarak da adlandırılan bu coğrafya, sanıldığı gibi, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çökmesiyle birlikte, tek çatı altında birleşip 260 milyonu aşkın olduğu tahmin edilen nüfusuyla küresel sistemin önde gelen oyuncularından birisi haline gelmeyi başaramadı.
Önümüzdeki dönemde bunun gerçekleşme şansı da ufukta gözükmüyor. Artan nüfus, çevre tahribatı, çakışan çıkarlar, yaşanan çekişmeler, huzursuzluklar ve mücadeleler Türk boy ve toplulukları arasındaki birlikteliğin ve dayanışmanın bozulmasına, ilişkilerin zayıflamasına hatta bazı bölgelerde silahli catismaya dönüşmesine sebep olmuştur.
Bu durum,Türklere yakın coğrafyalarda yaşayan ve Türklerle tarihsel hesabı olan milletler için her zaman fırsat doğurmuştur. Hatta, Orta Asya’da ve Kafkasya’da Çin’in ve Rusya’nın süreklilik arz eden çok yönlü politikaları, Türk boy ve topluluklarının uzun süre birbirlerinden kopuk yaşamalarına, birbirlerine yabancılaşmalasına neden olmuştur.
Bugünkü geopolitik hesaplarda bölgenin diğer önemli oyuncuları olan Çin, Rusya ve İran böyle bir birliğe geçit vermemek için ellerinden geleni yapacaklardır.
Oysa Kazakistan’dan Kosova’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan’a, Mısır’a, Moğolistan’a, Çin’e, Avustralya’da uzanan bu geniş mekanda ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda harekete geçirilmeyi bekleyen muazzam bir potansiyel Türkik mevcudiyeti olduğu kuşku götürmez.
Kazakistan’dan Kosova’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan’a, Mısır’a, Moğolistan’a, Çin’e, Avustralya’da uzanan bu geniş mekanda ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda harekete geçirilmeyi bekleyen muazzam bir potansiyel Türkik mevcudiyeti olduğu kuşku götürmez.
Tarih boyunca insanlar, farklılıkları ön planda tuttuklarında birbirleriyle savaşmış, birleşen veya benzeşen yönlerini ön plana aldıklarında ise hem kendilerine hem de bütün insanlığa yaran dokunacak işler başarmışlardır. Bugün Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelerin birçoğu yakın tarihe kadar birbirleriyle savaşmış, sonunda geçmişten ders çıkarmayı bilerek birleşen yanlarını ön planda tutmuş, Avrupalılık paydasında buluşarak “Avrupa Birliği”ni kurmuşlardır. 22 ülkenin insanlannı biraraya getiren “Arap Dünyası” işe tam bir çöküntü içindedir.
milliyetçi kimliklerini geliştirdiklerinden, dilde ve alfabede birlik tam sağlanamadığından, aralarındaki ticaret ve yatınm akışları çok cüzi olduğundan gerçek anlamda bir “Türkik dünya”dan bahsetmek oldukça güçtür.
Hatta kendilerine Türk değil Türkik denilmesini tercih etmektedirler. Dolayısıyla, ısrarla “Türk dünyası” ya da “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri” denmesinden de hoşnut değildirler. Aralarındaki bu ayrımı ve nasıl adlandırılacaklarına dair hassasiyetleri mutlaka hep akılda tutmak, saygı duymak çok önemlidir.
Türklük ya da Türkilik, ırk temeline değil kültür, dil, tarih temeline, aidiyet duygusuna bağlı bir kavramdır. Türkler tarih boyunca endogami ve egzoğamı uygulamamış, kendilerinden olmayanlara kız vermiş, onlardan gelin almış, dolayısıyla birlikte yaşadıkları başka toplumlarla da kaynaşmışlardır. Osmanlı sultanlarının çoğunun eşleri ya Sırp, ya UkraynalI, ya Arap, ya İspanyol ya da Fars kökenlidir. Saf ırk kavramı bu bakımdan da geçersiz hale gelmektedir.
1930larda Mustafa Kemal Atatürk, “Türkeli” kavramını şöyle açıklıyor: “Türk Milleti Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli derler. Türk yurdu daha çok büyüktür. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse, Türk’e yurtluk etmemiş kıta yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikalarıyla malûmdur.”
Türklerin en geniş ölçüde kullandığı yazı sistemleri Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kırıl alfabesidir. Türk dilinin tarihi sürecinde ticari, kültürel, dinî sebeplerle yazımında Göktürk, Mani, Söğüt, Uygur, Brahmi, Tibet, Süryani, İbranı, Grek, Arap, Kini, Latin asıllı alfabeler Türk diline çeşitli düzeyde uyarlandı.
1926’da Baku de toplanan Türkoloji Kongresi, tüm Türk dillerinin Latin alfabesi ile yazılması konusunda karar aldı ama Latin esaslı alfabeler, 1938-40 arasında yerlerini, Sovyet idaresinin baskısı ile Kini alfabesinden geliştirilmiş olan ve her Türk yazı dilini birbirinden ayıran farklı alfabelere bırakmak zorunda kaldı. Uygurlar da Arap alfabesi ile yazmakta, konuşmaktadırlar. Dolayısıyla, şayet bir birlik sağlanacaksa bunun ilk koşulu Latin esaslı alfabeye geçiş yönünde çalışmaktır.
1930’larda Mustafa Kemal Atatürk, “Türkeli” kavramını şöyle açıklıyor: “Türk Milleti Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli derler. Türk yurdu daha çok büyüktür. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse, Türk’e yurtluk etmemiş kıta yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikalanyla malûmdur.”
Sovyetler Birliği çökeli çeyrek yüzyıl oldu. Hala Türkik nüfus barındıran ülkeler, bölgeler kendi iç sorunlarını çözümleyip daha büyük bir Türkik dünya hülyasına şartlamadılar. Muhtemelen de yeni dünya düzeninde böyle bir oluşuma sıcak bakamayacaktır.
Bu itibarla, komşuları ve büyük güçleri ürkütecek “Türk Birliği” gibi kavramlar yerine dünyanın satranç tahtası olarak da görülen bu coğrafi mekan üzerinde ticari, yatırım, kültürel bağların daha da güçlendirilmesi, komşu ülkeler ile dostane bağların tesisi, aralarındaki ihtilafların çözümlenmesi, demokrasi kültürünün yeşertilmesi, eğitimin çağdaşlaştırılması, insan, mal ve sermayenin serbestçe dolaşımı gibi, ortak araştırma ve geliştirme projelerine yoğunlaşılması gibi girişimlere öncelik verilmelidir.
EGEMEN DEVLETLER:
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan
ÖZERK BÖLGELER:
Altay Cumhuriyeti, Başkurdistan, Çuvasistan, Gagavuzya, Hakasya, Kabardino-Balkarya, Karaçay-Çerkeşya, Karakalpakistan, Nahcıvan,
Sincan Uygur, Tataristan, Tuva, Yakutistan